BAKARA 219 |
يَسْأَلُونَكَ
عَنِ
الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ
قُلْ
فِيهِمَا
إِثْمٌ كَبِيرٌ
وَمَنَافِعُ
لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ
مِن
نَّفْعِهِمَا
وَيَسْأَلُونَكَ
مَاذَا يُنفِقُونَ
قُلِ
الْعَفْوَ كَذَلِكَ
يُبيِّنُ
اللّهُ
لَكُمُ
الآيَاتِ
لَعَلَّكُمْ
تَتَفَكَّرُونَ |
219. Sana içki ve
kumarı sorarlar. De ki: "İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlar için
bazı faydalar vardır. Fakat günahları faydalarından büyüktür." Yine sana
neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Arta kalanı." Allah,
ayetlerini size böyle açıklar. İyice düşünürsünüz diye."
Bu buyruğun: "Sana
içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük bir günah hem de
insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları faydalarından
büyüktür" bölümüne dair açıklamaları dokuz başlık halinde sunacağız:
1- "içki" Hakkında Soru
Soranlar:
2- Çoğu Sarhoşluk Veren Şeyin Azı da
Haramdır:
3- Şer'i Hükümlerin Tedriciliğinde
ilahi Lütuf
4- Kumar (el-meysir);
5- Meysir Kapsamına Sokulan Bazı
Alışveriş Türleri:
6- içki ve Kumarın Büyük Günahı:
7- içki ve Kumarın Faydaları:
8- içki ile Kumarın Günahı
Faydalarından Büyüktür:
9- içkiyi Haram Kılan Ayet:
"Yine sana neyi infak edeceklerini
sorarlar. De ki: ''Arta kalanı." Allah, ayetlerini size böyle açıklar.
İyice düşünürsünüz diye; dünya ve ahiret hakkında"
1- Kıraat Farkı:
2- Ayet-i Kerimenin Önceki Ayetlerle
ilişkisi ve Nüzul Sebebi:
3- Allah'ın Ayetleri Işığında Düşünmek:
1- "içki"
Hakkında Soru Soranlar:
Yüce Allah'ın:
"Sana .... sorarlar" buyruğunda soru soranlar önceden de belirtildiği
gibi mü'minlerdir.
İçki (el-hamr) örtmek
anlamına gelir. Bu bakımdan kadının örtüsüne "himar" denilir. Birşeyi
örten her bir şeye "hamr" denilir. "Kaplarınızı hamrlayınız
(örtünüz)" hadisindeki ifade de buradan gelmektedir.
Hamr (şarap / içki),
aklı tahmir eder, yani örter ve üstünü kapatır. Dalları birbirine girip
sarılmış ağaca da "el-hamer" denilmesi bundan dolayıdır. Bu tür
ağaçlar altında olanı örter, kapatır. Bu şekilde ağacı pek çok olan yer
hakkında (...) Yerin sık ağaçlıkları altını örttü, denilir. Şair der ki:
"Ey Zeyd ve Dahhak, yol alınız Çünkü sizler yolun hamerini aştınız."
Yani yol göstericiler
olarak yol alınız; çünkü sizler kurdun ve diğer hayvanların içinde saklanıp
üstlerinin örtüldüğü çukurca yerleri geçmiş bulunuyorsunuz.
el-Accac da
saklanmaksızın, pek çok sancak ve askerle yol alan bir orduyu nitelendirirken
şöyle demektedir:
"Sancakların
parıltısı arasında ve ağaçları altında saklanmaksızın yürür Yeri dahi
yönlendirir (yani herşeyi gittiği yere götürür) ve (o kadar kalabalık bir
ordudur ki) ağaçları dahi önüne katıp sürükler."
Gizli ve görünmeyen mekana
da "hamar ve humar" denilir. İşte hamr (şarap, içki) aklı örtüp
üstünü kapattığından dolayı bu adı almıştır.
Ona bu ismin veriliş
sebebinin mayalanıncaya kadar terkedilmesi olduğu da söylenmiştir. Mesela,
hamur mayalandığı zaman (hanu ile aynı kökten olmak üzere) ihtimar kullanılır.
Ne yapmak gerektiği açıkça tesbit edilinceye kadar kararın ertelenmesine de
"humire er-ra'yu" denilir. Ona bu ismin veriliş sebebinin, akıl ile
karışması (aklı karıştırması) olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama karışmak anlamına
gelen "muhamere"den alınmış olur. İnsanların humarına girdim,
denilirken onlarla karıştım, iç içe oldum, demek olur. Bu üç mana da birbirine
yakındır. Buna göre hamr, olgunlaşıncaya (mayalanıncaya, hamr oluncaya) kadar
bırakıldıktan sonra akıl ile karışır ve nihayet aklı örter. Bunun asıl anlamı
örtmek ile alakalıdır.
Hamr, kaynatılan veya
pişirilen üzüm suyu demektir. Onun dışında aklı örten (hamera) herşey de onun
hükmündedir. Çünkü ilim adamları kumarın her türlüsünün haram olduğu üzerinde
icma etmişlerdir. Kumar şekilleri arasında sadece "el-meysir"
sözkonusu edilmiştir. Böylelikle kumarın bütün çeşitleri meysir'e kıyas
edilmiştir. Meysir özellikle develer üzerinde oynanan bir kumar şekli idi. İşte
hamr gibi olan herşey de hamr durumunda ve hükmündedir.
2- Çoğu Sarhoşluk
Veren Şeyin Azı da Haramdır:
ümmetin cumhuru üzüm
şarabı dışında kalan içkilerin çok miktarı eğer sarhoşluk veriyor ise azının da
çoğunun da haram olduğunu ve bundan dolayı had uygulanması gerektiğini kabul
etmiştir.
Ebu Hanife, es-Sevri,
İbn Ebi Leyla, İbn Şubrume ve Kufe fakihlerinden bir grup ise şöyle demektedir:
üzüm şarabı dışında çoğunluğu sarhoşluk veren şey, helaldir. Ancak sarhoş olmak
noktasına ulaşma kastını gütmeksizin bir kimse ondan dolayı sarhoş olursa, ona
had vurulmaz, Ancak bu hem akıl ve kıyasın, hem de haberlerin reddettiği
oldukça zayıf bir görüştür. Nitekim (buna dair açıklamalar) ileride Yüce
Allah'ın izniyle Maide Suresi' (90-92. ayetlerin tefsirinde) ile Nahl
Suresi'nde (66. ayet 2. başlıkta) gelecektir.
3- Şer'i Hükümlerin
Tedriciliğinde ilahi Lütuf
Müfessirlerden kimisi
şöyle demiştir: Yüce Allah bu ümmete vermedik herhangi bir lütuf ve iyiliği
bırakmamıştır. Bu lütuf ve iyiliklerinden bir tanesi de şer'ı hükümleri onlara
toptan, bir defada farz kılmayıp arka arkaya birkaç defada bunu gerçekleştirmiş
olmasıdır. İçkiyi haram kılması da böyledir. Bu ayet-i kerime içki hakkında
nazil olan ilk ayet-i kerimedir. Bundan sonra: ''Sarhoşken ... namaza
yaklaşmayınız" (en-Nisa, 45) ayeti, daha sonra: ''Muhakkak şeytan içki ve
kumarla aranıza kin ve düşmanlık bırakmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan
alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz mil" (el-Maide, 91) buyruğu; daha sonra
ise: ''Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir.
Artık ondan kaçınınız" (el-Maide, 90) buyruğu inmiştir. Nitekim Maide
Suresi'nde (belirtilen ayetlerde) bu husus açıklanacaktır.
4- Kumar (el-meysir);
el-Meysir, Arapların fal
oklarıyla oynadıkları kumardır. İbn Abbas der ki:
Cahiliyye döneminde bir
kimse bir başkası ile, ailesi ve malı üzerinde kumar oynardı. Onlardan hangisi
karşısındakini yenerse malını ve ailesini alır giderdi, Bunun üzerine bu ayet-i
kerime nazil oldu.
Mücahid, Muhammed b.
Sirin, el-Hasen, İbn el-Müseyyeb, Ata, Katade, Muaviye, İbn Salih, Tavus, Ali
b. Ebi Talib (r.a) ve yine İbn Abbas şöyle der: Zar olsun satranç olsun
kendisinde kumar olan herşey (ayet-i kerimede sözü geçen) el-meysir'dir. Hatta
küçük çocukların ceviz ve zarlarla oynamalarına varıncaya kadar. Bundan ancak
istisna edilen (kumarsız) at yarışları ve hakları birbirinden ayırdedmek için
kur'a gibi mübah şeyler müstesnadır. İleride buna dair açıklamalar gelecektir.
Malik der ki: Meysir iki
türlüdür. Birisi lehv (oyun ve eğlence) meysiri, diğeri kumar meysiridir. Lehv
meysiri zar, satranç ve bütün oyunlardır. Kumar meysiri ise insanların
karşılıklı olarak tehlikeye atıldıkları (şanslarını ortaya koydukları)
oyunlardır. Ali b. Ebi Talib der ki: Satranç Acemlerin (Arap olmayanların)
meysiridir. Kendisi ile kumar oynanan her bir şey Malik'e göre de onun dışında
kalan ilim adamlarına göre de meysirdir. İleride Yunus Suresi'nde (32. ayet 5.
başlıkta) bu hususa dair Yüce Allah'ın izniyle daha fazla açıklamalar
gelecektir.
"el-Meysir"
kelimesi el-yeser'den alınmıştır. Bu ise birşeyin sahibi adına gerekmesi
demektir. Bir kimseye herhangi birşeyin verilmesi gerektiğinde bu tabir
kullanılır. Mazisinde ikinci harfi üstün, muzari'sinde ise esre gelir. Yasir
ise fal oklarıyla oyun oynayan kimse demektir. Bu anlamda da mazi ve muzarii
aynı şekilde gelir. Şair der ki: "Onlara yardımcı ol ve onlar lehine vacip
olanı onlara ver Ve onlar dar bir yere konaklayacak olurlarsa sen de
konakla!"
el-Ezheri der ki: Meysir
üzerinde kumar oynadıkları devedir. Ona meysir denilmesinin sebebi parçalara
bölünmesidir. Adeta parçalara bölünenler olduğu için bu adı almış gibidir.
Parça parça ayrılan herşey hakkında bu kökten fiil kullanılır. Yasir ise cazir
(deve kesen) demektir. Çünkü develerin etini parçalara ayıran odur. el-Ezheri
der ki: İşte yasir kelimesinde asıl anlam budur, daha sonra oklarla oynayan ve
develer üzerinde kumar oynayan kimselere "yasirun (yasirler,
kumarcılar)" denilmiştir. Çünkü bunlar develeri kesip parçalayan kimseler
olurlar. Zira bunun sebebi onlardır. es-Sıhhah'ta da şöyle denilmektedir: Bir
topluluk deveyi yesrettiklerinde, deveyi kestiler ve aralarında paylaştırdılar,
demektir. Suhaym b. Ve sil el-Yerbui der ki: "Ben onlara oklar ile (kimin
payına düşeceğim diye) benim için kur'a çektiklerinde şöyle diyordum: Sizler
benim Zehdem adlı atın süvarisinin oğlu olduğumu bilmiyor musunuz?"
Bu Suhaym esir düşmüş ve
kimin payına düşeceğinin tesbit edilmesi için ok çekilişi yapılmıştı.
Bir topluluk kumar
oynadıklarında "yesera el-kavmu" denilir. Yeser ve yasir aynı anlama
gelir, çoğulu eysar gelir. Nabiğa der ki: "Ben yesarlarımı tamamlıyor ve
onlara bağışlıyorum Bağışlarımı tekrar ediyor ve büyük kazanlara yemekler
koyduruyorum."
Tarafe de der ki:
"Ve onlar bir deve (lükman?) üzerinde kumar oynayan kimselerdir, Kışın develerin
güzel paylarının fiyatı pahalılandığında."
İyilik olsun diye deve
kesip dağıtan kimse Araplarca övülen bir kimseydi. Şair der ki: "Ve ben
samimi bir topluluğa deve kestim Bununla birlikte devenin payları için kumar
(kur'a çekelim)! diye seslenmedim."
5- Meysir Kapsamına
Sokulan Bazı Alışveriş Türleri:
Malik'in Muvatta'da yer
alan Davud b. el-Husayn'dan rivayetine göre Davud, Said b. el-Müseyyeb'i şöyle
derken dinlemiş: Cahiliyye ehli meysir (kumar)larından birisi de eti bir ve iki
koyun karşılığında satmak idi. Bu Malik'e ve onun arkadaşlarının çoğunluğuna
göre aynı cins hayvanın kendi cinsinden olan et ile değiştirilmesi ile
ilgilidir. Böyle bir değiştirme ona göre müzabene ve ğarar ile kumar
kabilindendir. Çünkü verdiği o hayvanda karşılığında alacağı et kadar et var
mıdır, daha fazla mıdır, daha mı azdır bilinmemektedir. Etin ete karşılık
satılması ise fazlalıklı olarak caiz değildir. Buna göre hayvanın et
karşılığında satılması -aynı cinsten olması halinde- derisi içinde saklı bulunan
etin satılması gibidir. Ona göre deve, inek, koyun, ceylan, dağ keçisi ve sair
yabani hayvanlar ile eti yenen dört ayaklı bütün hayvanlar aynı cinstendir. Bu
türden olan hayvanlardan herhangi birisini (veya bir miktarını) ve cinsin
türünü tek birşeyin eti karşılığında herhangi bir şekilde satmak caiz değildir.
Çünkü bütün bunlar ona göre muzabene kabilindendir. Kuru üzümün yaş üzüme,
zeytinin zeytinyağına, susam yağının, susama karşılık satılması ve benzeri
satışlar gibidir. Yine İmam Malik'e göre bütün kuşlar tek bir cinstir. Balık ve
sair deniz hayvanları da tek bir cinstendir. Ondan rivayet edildiğine göre
çekirge tek başına bir sınıftır.
Şafii, arkadaşları ve
Leys b. Sa'd der ki: Etin hayvan karşılığında herhangi bir şekilde aynı cinsten
olsun iki ayrı cinsten olsun satılması -hadisin genel ifadesine uygun olarak-
caiz değildir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Ebu Bekir es-Sıddik
döneminde bir deve kesildi, on parçaya bölündü, adamın birisi: Bunun bir
bölümünü bana bir koyun karşılığında veriniz, dedi. Hz. Ebu Bekir: Bu uygun
olmaz, diye cevap verdi. Şafii de der ki: Bu hususta ashab-ı kiramdan Hz. Ebu
Bekir'e muhalefet eden bir kimse olduğunu bilmiyorum.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: İbn Abbas'tan onun koyunun ete karşılık satılmasını caiz
kabul ettiği rivayeti gelmiştir. Fakat pek kuvvetli bir rivayet değildir.
Abdürrezzak,
es-Sevri'den, o Yahya b. Said'den, o Said b. el-Müseyyeb'den canlı bir hayvanın
ölü karşılığında satılmasını mekruh gördüğü rivayet etmektedir. Yani kesilmiş
olan bir koyunun canlı bir koyun karşılığında satılmasını mekruh görmüştür.
Süfyan der ki: Biz ise
bunda bir mahzur görmüyoruz.
el-Müzeni der ki: Eğer
canlı hayvanın et karşılığında satılmasına dair olan hadis sahih değil ise,
kıyasa göre bu caizdir. Eğer hadis sahih ise kıyas batıl olur ve bu konudaki
rivayete tabi olunur.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Küfelilerin, etin hayvana karşılık satılmasının caiz
olduğunu gösteren kıyas ve mantık açısından pek çok delilleri vardır. Şu kadar
var ki konu ile ilgili sahih bir rivayet bulunduğu takdirde kıyas ve akl
yürütme batıl olur.
Malik de Zeyd b.
Eslem'den, o Said b. el-Müseyyeb'den rivayet ettiğine göre Rasülullah (s.a.v.)
hayvanın et karşılığında satılmasını yasaklamıştır.
Ebu Ömer der ki: Ben bu
rivayetin sabit bir yolla Peygamber (s.a.v.)'dan muttasıl bir senetle geldiğini
bilmiyorum. Bunun en güzel senedi Said b. elMüseyyeb'den Malik'in Muvatta'ında
belirttiğine göre mürsel olmasıdır. Şafii de bu kanaattedir. Ancak Şafii'nin
usulüne göre o mürselleri kabul etmez. Şu kadar var ki onun iddiasına göre o
Said b. el-Müseyyeb'in rivayet ettiği mürselleri tetkik etmiş ve onların
tümünün veya pek çoğunun sahih olduğunu tesbit etmiştir. Bunun sonucunda hayvan
türlerinin et türleriyle satılmasını hadisin zahirine ve genel ifadesine
dayanarak mekruh görmüştür. Çünkü bu konuda onu tahsis eden herhangi bir
rivayet veya bir icma gelmiş değildir. Yine ona göre kıyas ile nassın tahsis
edilmesi caiz değildir. Şafii'ye göre (hayvan), cinsleri birbirinden farklı
olsa dahi karada ve denizde yaşayan her bir varlığın adıdır. Nitekim "taam
(yemek)" da yenen yahut içilen herşeyin adıdır. Bu hususun bilinmesi
yerinde olur.
6- içki ve Kumarın
Büyük Günahı:
"De ki: 'İkisinde
de" yani içki ve kumarda "hem büyük. bir günah .. vardır."
İçkinin günahı içenden sadır olan düşmanca sözler, sövüp saymalar, çirkin ve
yalan sözlerdir. Kendisi vasıtasıyla yaratana karşı görevlerini bildiği aklın
zail olması, namazların iptal edilmesi, Allah'ın zikrinden alıkonmak ve buna
benzer diğer hususlardır.
Nesai, Osman (r.a)'dan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: İçkiden uzak durunuz; çünkü o kötülüklerin
anasıdır. Sizden önceki kavimler arasından ibadet edip duran bir adam vardı.
Ona fahişe bir kadın aşık oldu. Yanındaki cariyeyi ona gönderip: Biz seni
şahitlikte bulunmak üzere çağırıyoruz, dedi. Adam kadının cariyesi ile birlikte
yola koyuldu. Her bir kapıdan girdikçe o kapıyı üzerine kapattı. Nihayet
yanında bir köle ve bir küp şarap bulunan güzel bir kadının yanına vardı. Kadın
ona: Allah'a yemin ederim ben seni şahitlik yapmak üzere çağırmadım. Fakat seni
ya benimle birlikte olmaya yahut şu şaraptan bir kase içmeye veya bu köleyi
öldürmeye çağırdım. Adam: O halde sen bana bu şaraptan bir kase ver, dedi. O da
ondan bir kase içti. Arkasından bir daha, dedi ve nihayet aradan fazla zaman
geçmeden kadınla birlikte yattı ve o canı da öldürdü. O bakımdan şaraptan uzak
durunuz. Allah'a yemin ederim, iman ile şarap içiciliği bir arada olmaz.
Mutlaka birisi ötekini dışarı çıkartır.
Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr)
bunu el-istü'ib'da da zikreder.
Rivayet edildiğine göre
el-A'şa, müslüman olmak üzere Medine'ye doğru yola koyulduğunda yolda bazı
müşriklerle karşılaştı. O'na nereye gidiyorsun diye sordular. Onlara: Muhammed
(s.a.v.)'in yanına gitmek istediğini haber verdi. Ona: Sen onun yanına gitme,
çünkü o sana namaz kılmayı emrediyor, dediler. el-A'şa: Rabbe hizmet vaciptir,
dedi. Ona: O sana malını fakirlere vermeyi emrediyor, dediler. el-A'şa: Maruf
işlemek vaciptir, dedi. Ona: O zinayı yasaklıyor, denilince şöyle dedi: Bu bir
hayasızlıktır, aklen de çirkin bir iştir. Zaten ben yaşlanmış bir adamım, böyle
birşeye ihtiyacım da yoktur. Ona: O içki içmeyi yasaklıyor denilince bu sefer:
Buna gelince ben bunu içmeden duramam, dedi ve geri döndü. Daha sonra: Bir sene
şarap içeyim sonra ona dönerim, dedi. Fakat evine varmadan önce deveden düştü
ve boynu kırıldı, öldü.
Kays b. Asım el-Minkari,
cahiliyye dömeminde çokça içen birisi idi. Daha sonra içki içmeyi kendisine
yasakladı. Buna sebep ise sarhoş iken kızını çimdiklemesi, anne babasına
sövmesi, ayı görüp kötü bir söz söylemesi ve meyhaneciye oldukça fazla mal
vermesi idi. Ayılıp kendisine gelince yaptıkları ona bildirildi, o da içki
içmeyi kendisine yasakladı. İşte bu hususta şunları. söylemektedir:
"Ben şarabı iyi
gördüm, halbuki onda Ağır başlı bir adamı ifsad eden özellikler vardır Hayır,
Allah'a yemin ederim ben onu sıhhatli oldukça içmeyeceğim Ve hasta olduğum
vakit de onda asla şifa aramayacağım Hayatım boyunca ona bir kuruş vermeyeceğim
Hiçbir zaman içki içmek üzere bir arkadaş çağırmayacağım Şüphesiz şarap,
içenlerini rezil eder Ve onlara çok büyük işler yaptırır."
Ebu Ömer der ki:
İbnu'l-A'rabı, el-Mufaddal ed-Dabbı'den bu beyitlerin Sakifli Ebu Mihcen'e ait
olduğunu rivayet etmektedir. Ebü Mihcen, bu beyitleri içki içmeyi terketmesi
hakkında söylemiştir. Şu sözleri söyleyen de odur:
"Öldüğüm vakit beni
bir üzüm asmasının yanında defnet O asmanın kökleri ölümümden sonra
kemiklerimin susuzluğunu gidersin Sakın beni boş bir düzlükte gömmeyesin, çünkü
ben Öldüğüm vakit bir daha onu tatmayacağım diye korkarım."
Hz. Ömer, Ebu Mihcen'e
içki içtiğinden dolayı defalarca had uygulamış ve denizdeki bir adaya sürgün
etmişti. O da Sa'd (b. Ebi Vakkas)ın yanına gitmişti. Hz. Ömer ona Ebu Mihcen'i
hapsetmesini emretmişti, o da onu hapsetmişti. Sözü edilen bu Ebu Mihcen
başedilemez bir kahraman idi. Kadisiyye savaşında o bilinen durumu ortaya
çıkınca, onun zincirlerini çözmüş ve: Biz de şarap dolayısıyla ebediyyen sana
sopa vurmayacağız, demişti. Ebu Mihcen de buna karşılık olarak: Ben de Allah'a
yemin ederim, bir daha onu içmeyeceğim, diye cevap vermiş ve bundan sonra bir
daha şarap içmemişti.
Bir rivayette ise şöyle
demiş: Bana had uygulandığı vakit onu içiyordum ve had ile ondan (günahımdan)
temizleniyordum. Ama madem ki sen beni had uygulanmamak suretiyle heder olacak
bir duruma getirdin, Allah'a yemin ederim, ben de onu ebediyyen içmeyeceğim.
el-Heysem b. Adiy'in
zikrettiğine göre; kendisine Azerbeycan'da ya da Cürcan yakınlarında Ebu
Mihcen'in kabrini görenlerden biri şunu nakletmiş: Ebü Mihcen'in kabri üstünde
üç tane asma kökü bitip yeşermiş, uzamış ve meyve vermişti. Bu üç asma kökü
kabir üzerinde yayılmış ve kabir üzerinde: "Bu, Ebu Mihcen'in
kabridir" diye yazılı imiş. Bu adam der ki: Bu işten hayret ettim ve onun:
"Öldüğüm vakit beni bir asma ağacının yanına defnet" sözünü
hatırladım.
Diğer taraftan içki içen
kişi, aklı başında olanlara maskara olur, sidiğiyle, pisliğiyle oynar, kimi
zaman bunları yüzüne alıp sürer. Hatta içkicilerden birisinin sidiğini yüzüne
sürüp: Allah'ım beni tevbe edenlerden kıl, temizlenenlerden kıl, dediği
görülmüş. Yine içki içen sarhoşlardan birisinin yüzünü köpek sarhoşun. Allah
sana ikramda bulunsun, dediği nakledilmiştir.
Kumara gelince o da
düşmanlığın ve kin duymanın sebebidir. Çünkü başkasının malını batıl yollarla
yemektir.
7- içki ve Kumarın
Faydaları:
Yüce Allah:
"İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı faydalar
vardır" diye buyurmaktadır.
İçkinin faydası
sağladığı ticarı kardır. Araplar Şam tarafından ucuz fiyatla içki getiriyor,
bunu Hicaz'da kar ederek satıyorlardı. içki alım satımında pazarlığı kabul
etmiyor, içki almak isteyen bir kimse yüksek fiyatlarla alıyordu. içkinin
menfaati ile ilgili söylenen görüşlerin en sahihi budur.
içkinin menfaati
hakkında şunlar da söylenmiştir: (Güya) o yemeği hazmettirir, güçlendirir,
cinsel gücü artırır, cimriyi cömert yapar, korkağa cesaret verir, parlak bir
renk kazandırır ve buna benzer içki ile alınan başka lezzetler de sözkonusu
edilir. Hassan b. Sabit (r.a) şöyle demiş: "Onu içeriz, o da bizi krallar
ve düşmanla karşılaşmanın Engellemediği arslanlar yapar."
Ve buna benzer birtakım
ferahlıkları vardır. Bir başka şair de şöyle der: "içki içtim mi ben
el-Havernek sarayının ve (Yemen'deki) Sedir'in sahibi olurum Ayılıp kendime
gelince de Bir koyuncağızın ve devenin sahibi olduğumu (anlarım)."
Kumarın menfaati ise
herhangi bir çalışma ve yorulma olmadan kumar yoluyla birşeyin insanın eline
geçmesidir. Araplar, deve satın alır ve fal oklarını çekerdi. Kimin payı
çıkarsa etten payı alınır ve herhangi bir bedel ödemezdi. Oku en sona kalan
kimse ise devenin bütün bedelini öder ve etten birşey alamazdı.
Kumarın, ihtiyaç
sahiplerinin durumlarına bir genişlik sağlaması şeklinde bir faydası olduğu da
söylenmiştir. Çünkü Araplardan kumar oynayan kişi, deveden birşey yemez ve bunu
ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
Kumarda kullanılan
(meysir) oklar onbir tane idi. Bunlardan yedi tanesinin çizgileri ve çizgi
sayısınca da payları vardı. Bu yedi tanenin adı şöyle idi, "el-fez":
Bunda tek bir çizgi vardı. Bu ok bir payı ifade ederdi. Kaybedildiği takdirde
de onu kaybeden bir pay öderdi. ikincisinin adı "ettev'em" idi ve
bunun üzerinde iki işaret vardı. Sahibinin leh ve aleyhine olmasına göre iki
payı ifade ederdi. üçüncüsünün adı "er-rakib" idi. Bunda üç çizgi
vardı. Bu da belirttiğimiz gibiydi. Dördüncüsünün adı "el-hils" olup
bunun da alameti dört çizgi idi. Beşincisinin adı "en-nafiz" veya
"en-nafis" idi, beş pay ifade ederdi. Altıncısı "el-müsbil"
adında idi ve bu altı pay ifade ederdi. Yedincisi "el-mualla" olup
yedi payı ifade ederdi. Bu şekilde toplam yirmisekiz payoluyordu. Deve de bu
şekilde yirmisekiz paya ayrılırdı. el-Esmai'nin görüşü böyledir.
Geriye dört tane ok
kalırdı. Bunların ise herhangi bir payları yoktu. Bunların da adı:
"el-musaddar, el-mudaaf, el-menih ve es-sefih" idi. Son üçünün adının
"es-sefih, el-menih ve el-veğd" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu
üç ok, torbadan okların çekilişini yapan kimsenin torbada karşılaşacağı okların
sayısını artırmak içindir. Böylelikle herhangi bir kimseye taraftarlık yapma
imkanı da olmazdı. Bu şekilde çekilişi yapan kimseye "el-müfid,
ed-darıb" ve "ed-darib" denilirdi ki çoğulu
"ed-duraba" şeklinde gelir.
Denildiğine göre
çekilişi yapan kimsenin arkasında kimseye iltimas göstermemesi için bir
gözetleyici bulunurdu. Daha sonra bu çekilişi yapan (eddarib) dizleri üstüne
çöker, bir elbiseye bürünür, başını çıkartır, elini torbaya sokar ve okları
çıkartırdı. Kışın vaktin darlığında ve fakirler aleyhine soğuğun oldukça
arttığı zamanlarda bu şekilde deve payları üzerinde çekilişler yapmak,
Arapların adeti idi. Bunun için deve satın alınır ve çekilişe katılanlar,
devenin parasını üstlenir, bu çekilişe katılanlar da kendisine çıkan paya razı
olurdu. Bu işlerle iftihar eder ve aralarından böyle bir çekilişe
katılmayanları da yeriyorIardı. Cimriliği dolayısıyla bu çekilişe katılmayan
kimseye "elberam" adını veriyorlardı. Mütemmim b. Nuveyre der ki:
"Ve deriden çadırlar, gürültülü kış soğuğundan dolayı sallandığında
Gerdeğine kadınların geldiği beram (cimri kişi) değildir."
Bundan sonra develer
kesilir ve on paya ayrılırdı.
İbn Atiyye der ki:
el-Esmai, develerin payedilmesi ile ilgili söylediklerinde hataya düşmüştür. O
develerin oklardaki yirmisekiz paya göre pay edildiklerini sözkonusu etmektedir
ki durum böyle değildir. Bu paylara ayrılmadan sonra o on pay için ok çekilişi
yapılır. Torbadan önce kimin payı çıkarsa o et paylarını alır ve bunları fakirlere
dağıtırdı. Bir çeşit torba olup bu kumar oklarının toplandığı torbaya
"er-ribabe" denilirdi. Bütün oklara "ribabe" adını
verdikleri de olurdu. Ebu Züeyb eşek ve sıpalarını anlatırken şöyle der:
"Sanki sıpaları bir ribabe (fal okları) ve sanki o Okların üzerine atılıp
ok çeken bir yeser (çekilişe katılan) kimse gibidir."
Ribabe, aynı şekilde
ahid ve misak anlamına da gelir. Şair der ki: "Veben bir adam idim ki,
nihayet benim ahid ve misakım (ribabeti) sonunda sana geldi Senden önce ise
birtakım rabler (efendiler, sahipler) bana rablik etti de zayi olmuştum."
Kimi zaman da kendileri
için kumar oynar, sonra da payı çıkamayan kimse parayı öderdi, Nitekim az önce
buna dair açıklama geçmişti, Bu şekilde çevrenin fakirleri de yaşayıp giderdi,
İşte el-A'şa'nın şu beyiti bu kabildendir: "Kışa erdiklerinde misafire
yemek yediren Ve bu yemek yedirme işini yasire (kumarda kazanana)
yükleyenler,"
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ellerinde işaretli oklar ve pay kazandırıcı oklar var İyilik
yapılmasını isteyenler (menih)in rızıkları bunlarla sağlanır,"
Bu beyitte geçen
"el-menih" kendisine menfaat ve bağış yapılması istenen kimsedir.
Çünkü Araplar çekilişte çokça pay sağlayan okları ariyet olarak alırlardı. İşte
bu övülen (el-menih)tir. Hiçbir payı ifade etmeyen boş "el-menih" ise
"el-ker" eliye nitelendirilirdi. İşte el-Ahtal şu beyitiyle bunu
kastetmiştir: "Fezareliler üzerine bir defa meylettiler el-Menih'in tekrar
çıkması gibi ve bir yerde dönüp dolaştılar."
es-Sıhhah'da şöyle
denilmektedir: "el-Menih, payı bulunmayan, fal oklarından bir okun adıdır,
Ancak bu okun çıktığı kimseye karşılıksız birşey verilmesi (ki buna minha
denilir) hali müstesna," Lebid'in şu sözleri de meysir (kumar) türlerinden
bir türü dile getirmektedir, "Onlar kumar oynadıklarında kumar aralarında
Yazın ağıt yakılarak sözü edilecek kötülüklerin çıkmasına sebep olmaz."
İşte bütün bunlar
kumarın faydalarıdır. Şu kadar var ki o, batıl yollarla malı yemektir.
8- içki ile Kumarın
Günahı Faydalarından Büyüktür:
"Fakat günahları faydalarından
daha büyüktür" buyruğu ile aziz ve celil olan Allah bizlere bunların
günahlarının faydalarından daha büyük, ahiretteki zararlarının daha çok
olduğunu bildirmektedir. Büyük günahların haram kılınmalarından sonra, faydalar
ise haram kılmaktan önce sözkonusudur.
Hamza ve el-Kisai (daha
büyüktür yerine) "Daha çoktur" diye okumuşlardır. Delilleri Peygamber
(s.a.v.)'ın içkiyi ve içki ile birlikte on kişiyi lanetlemiş olmasıdır:
(Bunlar) satıcısı, satın alanı, kendisi için satın alınanı, onu sıkanı, kendisi
için sıkılanı, sunucusunu, içeni, taşıyanı, kendisi için taşınılanı ve onun
parasını yiyeni).
Aynı şekilde
"faydalar" kelimesinin çoğul getirilmesi "günahlar"
kelimesiyle birlikte çoğul yapılması güzeldir. İşte "çoktur" ifadesi
de bunu vermektedir. Diğer kurra ve insanların büyük çoğunluğu ise
"(büyüktür anlamına (-kebire-) diye okumuşlardır. Delilleri ise kumar ve
içki içmenin günahı kebairden (büyük günahlardan olduğudur). Dolayısıyla
bunların günahlarının kebir (büyük) olmakla nitelendirilmesi daha uygundur.
Aynı şekilde bunların "Daha büyüktür" okuyuşu üzerinde ittifak
etmeleri büyüktür: kebir"in okuyuşu lehinde bir delildir. Ancak icma ile
"daha çoktur" anlamına gelen (...) şeklindeki okuyuş reddedilmiştir.
Bundan tek istisna Abdullah b. Mes'ud'un Mushafıdır. Onda: "De ki:
İkisinde çok günah vardır" ile: "Fakat günahları .... daha
çoktur" şeklindedir.
9- içkiyi Haram Kılan
Ayet:
Kıyasçıların bir kısmı:
İçki bu ayet ile haram kılınmıştır, demektedirler. Çünkü Yüce Allah: "De ki:
Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açık olanını da gizli olanını da günahı da
... haram kılmıştır"(el-A'raf, 33) diye buyurmaktadır. Bu ayet-i kerimede
ise içkide günah olduğunu haber vermektedir. O halde o haramdır.
İbn Atiyye der ki: Ancak
böyle bir kıyas pek iyi bir kıyas değildir. Çünkü ondaki günah, haram oluşu
dolayısıyladır. Yoksa bu kıyasın gerektirdiğine göre o aynı ile (maddi varlığı
ile) haram olduğundan dolayı değildir.
Derim ki: Kimisi de
şöyle demiştir: Bu ayet-i kerimede içkinin haram oluşuna delil vardır. Çünkü
ona "günah" adını vermektedir. Bir diğer ayeti kerimede de Allah
Teala günahı haram kılmıştır. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "De ki:
Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını ve bununla
birlikte günahı da ... haram kılmıştır. "
Kimisi de şöyle
demiştir: "Günah" ile içkiyi kastetmiştir. Buna delil ise şairin şu
sözleridir: "Ben günahı aklımı kaybedinceye kadar içtim, İşte günah bu
şekilde akılları alıp götürür."
Derim ki: Bu da pek iyi
bir kıyas değildir. Çünkü Yüce Allah bu ayet-i kerimede içkiyi (günah) diye
adlandırmamaktadır. Bunun yerine O: "De ki: İkisinde de hem büyük. bir
günah .... vardır" diye buyurmuştur. Fakat: Onların ikisi de büyük bir
günahtır, dememiştir. el-A'raf Süresi'ndeki ayet-i kerimeye ve şiirden alınan
beyite gelince, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken Yüce Allah'ın izniyle bunlara
dair açıklamalar orada gelecektir.
Katade şöyle demiştir:
Bu ayet-i kerimede içki yerilmektedir. İçkinin haram kılınması ise bir başka
ayet-i kerimeden öğrendiğimiz bir husustur ki bu da Maide Süresi'ndeki ayet-i
kerime iledir. Müfessirlerin çoğunluğu da bu görüştedir.
[ - ]
Ayetin diğer bölümü
olan: "Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: ''Arta
kalanı." Allah, ayetlerini size böyle açıklar. İyice düşünürsünüz diye;
dünya ve ahiret hakkında" buyruğuna gelince; buna dair açıklamalarımızı üç
başlık altında sunacağız:
1- Kıraat Farkı:
Yüce Allah'ın: "De
ki: Arta kalanı" buyruğunu cumhur nasb ile okumuştur. Yalnızca Ebu Amr ref
ile okumuştur. İbn Kesir'den farklı rivayetler gelmiştir. el-Hasen, Katade, İbn
Ebi İshak'ın kıraati de ref iledir. enNehhas ve başkaları der ki: Eğer (...)
anlamında kabul edersek, tercih edilen görüş ref ile okunması olup şu anlama
gelir: Onların infak edecekleri şey, arta kalandır. Bununla birlikte nasb ile
okunması da caiz olur. Şayet (...) ile (...) yi tek bir edat kabul edersek o
takdirde mansub okunması tercih edilir ve anlamı şöyle olur: De ki: Arta kalanı
infak etsinler. Bununla birlikte ref ile okumak da caizdir.
Nahivciler: Ne öğrendin,
nahiv mi şiir mi, anlamına gelen: (...) ibaresinin hem nasb ile hem de ref ile
okunabileceğini ve her ikisinin de güzel görüldüğünü nakletmişlerdir. Şu kadar
var ki ayet-i kerimedeki açıklama ve tefsir "nasb" okuyuşu üzeredir.
2- Ayet-i Kerimenin
Önceki Ayetlerle ilişkisi ve Nüzul Sebebi:
İlim adamları der ki:
Daha önce geçen ayet-i kerimede: ''Onlar sana neyi infak edeceklerini
soruyorlar" (el-Bakara, 215) buyruğunda nafakanın kimlere harcanacağı ile
ilgili bir soru idi. Nitekim bunu orada açıklamıştık. Buna verilen cevap da
bunun ne olacağını göstermişti. Bu ayet-i kerimede sorulan soru ise infakın
miktarı ile ilgilidir. Bu, önceden de geçtiği üzere Amr b. el-Cemuh ile
ilgilidir. Yüce Allah'ın: ''De ki: Hayır türünden neyi infak ederseniz o anne
ve babanın .... dır. "(el-Bakara, 215) buyruğu nazil olunca bu sefer: Ne
kadar infak edeyim diye sormuş, bunun üzerine de; "De ki: Arta
kalanı" buyruğu nazil olmuştur.
Arta kalan (el-afv): Kolay
gelen, artan, çıkartılıp verilmesi insana ağır gelmeyen demektir. Şairin şu
sözleri bu kabildendir: "Bende arta kalanı al ki sana olan sevgim devam
etsin Ve ben kızıp köpürdüğüm esnada sen konuşma!"
Buyruğun anlamı şudur:
İhtiyaçlarınızdan arta kalanı ve bu hususta kendinize eziyet vermeyip sizi
fakir bırakmayacak şekilde infak ediniz. Ayet-i kerimenin te'vili ile ilgili
olarak söylenen en uygun açıklama şekli budur.
el-Hasan'ın, Katade,
Ata, es-Süddi, Muhammed b. Ka'b el-Kurazi, İbn Ebi Leyla ve başkalarının
açıklamalarının ifade ettiği mana budur. Onlar derler ki: Afv, geçindirmekle
yükümlü olduğu aile halkının ihtiyacından arta kalandır. Buna yakın bir
açıklama da İbn Abbas'tan gelmiştir.
Mücahid de der ki: Afv
demek, zenginlik üzere (yani muhtaç olmamak halinde) sadaka vermektir. Nitekim
Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Sadakanın en hayırlısı zengin
olarak verilendir." Bir başka hadiste ise: "Sadakanın en hayırlısı
zenginlik zahir iken verilendir."
Kays b. Sa'd der ki: Bu,
farz olan zekattır. İlim adamlarının çoğunluğu ise, hayır bunlar nafile
harcamalardır, demişlerdir. Bunun mensuh olduğu da söylenmiştir.
el-Kelbi ise şöyle
demektedir: Bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra kişinin eğer altın gümüş,
ekin veya davar kabilinden bir malı varsa bir yıllık süre ile kendisine ve
ailesine yetecek olan miktarı tesbit eder ve onu alıkoyar, geri kalanını da
tasadduk ederdi. Şayet emeği ile çalışan bir kimse ise bir gün kendisine ve
aile halkına yetecek olan kadarını tutar, geri kalanını tasadduk ederdi. Bu
durum farz olan zekatı tesbit eden ayet-i kerime nazil oluncaya kadar böylece
devam etti. Zekatı emreden ayet-i kerime daha önce vermekle emrolundukları her
türlü sadakanın (farziyetini) neshetti. Kimisi de şöyle demiştir: Bu ayet-i
kerime muhkemdir ve malda zekatın dışında da bir hak vardır. Ancak ayetin
zahiri birinci görüşün lehine delildir.
3- Allah'ın Ayetleri
Işığında Düşünmek:
Yüce Allah'ın:
"Allah, ayetlerini size böyle açıklar" buyruğu hakkında el-Mufaddal
b. Seleme der ki: Nafaka ve infak ile ilgili ayetlerini böyle açıklar
"iyice düşünürsünüz diye, dünya ve ahiret hakkında." Böylelikle
mallarınızdan dünyanın maişeti için halinizi düzeltecek kadarını alıkoyar ve
ahirette faydanıza olacak yollarda geri kalanını infak edersiniz diye.
Şöyle de denilmiştir. Bu
ifadede takdim ve te'hir vardır. Yani Allah dünya ve ahiret işine dair ayetleri
size böylece açıklamaktadır ki, siz de dünya hakkında onun zail olduğu, fani
olduğu hakkında düşünüp ona rağbet etmeyesiniz, ahiretin geleceği ve bekası
üzerinde de düşünüp ona yönelip arzu duyasınız diye.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN